26 Ağustos 2010 Perşembe

İnsanlığın Ekonomik ve Sosyal Düzeninin Tarih Boyunca Şekillenişi 1

Sabah TRT'de izlediğim bir programda şuan dünyamızda uygulanan Küresel Kapitalizm anlayışının çatlaklar verdiğine dağir yapılan bir tartışma başlıktada bahsettiğim konuyu kafama takmama ve bu konu hakkında sahip olduğum kitaplara tekrardan bir göz atmama sebep oldu. Kitaplara ve ansiklopedilere tekrardan bir göz geçirdim, bu konu hakkında yazılan makalelere internetten araştırdım. Her zamanki anormalliğimi bu konuya yoğunlaştırdım kısacası. Derlediklerim ve yorumlarım...

İnsanlık tarinin başlarında, insanın geçim kaynağı ve sermayesi doğal kaynaklardı. İnsanlar bu kaynaklarla yaşamlarını devam ettirebilmek için mücadele etmeye başladılar. Zamanla İnsan nüfusunun artması ve kaynaklar için başlıyan bu mücadele insanların bir araya gelip kendi aralarında bir topluluk kurmaya başlamasına yol açtı. Bu topluluklarda insanlar şuan yaşadığımız sosyal düzenin ilk adımlarını atmaya başladılar. Av ve toplayacılığın yaşamlarını devam ettirmek için yetmediği yada besin ve ihtiyaçlarını oluşturan doğal kaynaklar tükendiğinde kendilerine başka kaynaklar arıyan insanlar diğer topluluklarla iletişime geçme zorunluluğu ile karşılaştılar. Kimi zaman çatışmalarla kimi zaman barışçıl şekilde halledilen bu karşılaşmalar insanları üretime, yani başka bir değişle tarıma itti.

Tarımla birlikte düzenli bir yaşam stiline kavuşan insanlar, kültürel ve iktisadi açıdan gelişmeler kaydetti. Bu gelişmeler insanların başlıca sorunu olan hayatta kalma çabasını ortadan kaldırdığı için dünya üzerinde yavaş yavaş, yaşadığımız bu çağda filozof olarak adlandırdığımız düşünürlerin ortaya çıkmasına yol açtı. Bu düşünürler o zamana kadar hiç sorgulanmamış olan insanın kökeni, toplumların amacı ve yönetim şekillerini, bu yönetim şekillerinden hangilerinin insanların ihtiyaçlarını daha iyi bir şekilde karşılayabilecekleri üzerinde fikirler üretmeye ve bu fikirlerini insanlarla paylaşmaya başladılar. Bu düşünce akımları zaman zaman bir inanış şekline dönüşüp insanların yaçamına olan etkileri günümüze kadar gelmiştir.(buddhism,Confuciasnism,vs)

Zamane düşünürlerinin fikirleri insanlığın ticaret anlayaşı üzerinde de büyük etkilere yol açtı. Filozofların sayeesinde insanlarla buluşan matematik fizik gibi kavramlar, onların tarım, madencilik, denizcilik ve inşa gibi dallarda gelişmesine yol açtı. Bu gelişmeler zamane ticaret anlayışı olan takası bir üst düzeye taşımış ve kişisel çıkarların yönettiği ticaret anlayışı, giderek yeni kurulmaya başlamış olan devletlerin çıkar ve amaçlarını destekleyici bir düzen almıştır.

Kendi zamanında Batı Asya, Afrika ve Avrupadaki neredeyse bütün gelişmiş medeniyetleri kendine bağlamış olan Roma İmparatorluğunun Hristiyanlığı kabul etmesiyle Avrupada yaygınlaşan hristiyanlığın Roma'nın yıkılması ile oluşan kaos ortamında insanların yaşamlarında çok büyük bir yer edinmiştir. Vatikan'ın bir milleti tamamen aforoz edebilecek kadar güç kazandığı bu kaos ortamına Orta Çağ yada Feodal Dönem olarak adlandırırız.

Feodal Dönemde Avrupayı bıktıran, halkı ve krallıkları çok zor duruma düşüren viking, burgund, alan gibi barbar kavimlerin saldırıları sonucu sosyal ve ticari düzen askeri bir yapı almaya başladı. Krallıkların Soylulara asker karşılığı verdiği topraklar ve bu topraklardaki halklar feodal düzenin yavaş yavaş bilindik işleyiş şeklini almasını sağladı. Orta Çağın sonlarına doğru başlayan rönesans ve coğrafi keşifler, bu feodal düzeninin sonunu getirdi. Daha sonradan Vatikanın reform hareketleri ile sosyal ve ekonomik alanlarda gücünü yitirmesi yeni bir düzen geldi... Merkantilizm (Ticari Kapitalizm olarakta adlandırılır)

Merkantilizm, Feodal düzen ve klisenin iktisadi hayat üzerindeki güçlerini yitirdiği, ticaretin kıthalar arası yapıldığı bir dönemde ithalatı kısıtlayıp ihracata önem vererek devleti bir nevi refah oramında bulundurmayı amaçlayan, elde ettiği dış ticaret fazlasını ise ülkenin tarım, sanayi gibi ekonomik ve idari düzenlerini birleştirme amacı güden,  sanayiyi önplana çıkaran iktisadi olduğu kadar dış politikayıda kapsıyan ve koyu bir devlet müdahalelerini destekleyen bir düşüncedir.

Merkantilizmde tarım ikinci safaya atılmıştır. Bu durum sadece tarıma verilen destekle alakalı olmayıp, sanayinin bel kemiği olan işçi kesiminin gereksininmlerinin artmasına sebep olmuştur. Bu sorunu ise Fransada
Fizyokrasi adı verilen, ihracatta öne çıkabilmek için gerekli olan düşük fiyatların ancak işçi sınıfının ihtiyacı olan tarımsal ürünlerinin fiyatlarının bilinçli bir şekilde düşürülüp, bu sayede sanayi maliyetini azaltmak olduğunu savunan düşünce almıştır.


Başıma ağrılar girmeye başladı artık sanırım bu günlük bu kadar ciddi konu yeter. Bu yazıya devam edicem ama sanırım bu başımın ağrımadığı yarına kalıcak. Resim eklemeye halim kalmadı sanırım onuda ileriki zamanlara atarak bu yazıyıda artık bitiriyoruz :)


(Daha ayrıntılı bir şekilde bu konuyu incelemek isteyenler Nalan Ölmezoğulları'nın Ekonomik Sistemler ve Küreselleşen Kapitalizm'e bir göz atabilirler. Bu konulara ilgisi olan birisinin fazla zorlanmıyacağı bir kitap)














24 Ağustos 2010 Salı

Aslında Kedi Gibi Usluyumdur

Geçtiğimimz kış hayatımın en asosyal zamanıydı sanırım. Yaptığım hataları anlamış ve ne hikmetse aynı zamanlarda kalbi kırılmış olan ben epey bi bocalamıştım. Eve kapanıp kitaplara sardım kendimi. Artık nasıl bir tepkiyse benim hayatımın kadını kitaplar havalarındaydım. Epey bi kilo falan almışım tabi üniversiteye 2 ay kala bende kafa dank etti kilo vermem lazım dedim iki hafta önce başladım spora.

Bu sabahta koşuya çıktım erkenden giydim şortumu sıfır kollumu taktım kulaklıkları dünya bi yana ben bi yanayım. Nasıl uçmuşum dün akşamki bazı telefon konuşmaları sayesinde bendeki göt tavan yapmış vaziyette tabi. Konu açılmışken buradan voodooya yardımlarından dolayı tekrardan teşekkür edelim  ve beynimin kadınlardan sorumlu devlet bakanlığı görevinde başarılar diliyelim. Konuya dönelim, bi 15 dakika falan oldu tabi ben hala yok ben rockyim hatta rock gelse onu tokatlasamda kalkan götümü biraz daha kaldırsam havalarında koşarken dikkatsizlikten onaltı onyedi yaşlarında iki ergenlik dönemi gencine çarptım. Anlattım mı hatırlamıyorum ama ben uzun boylu zamanında vücut çalışmş biriyim. Vücut yapmadan önce zaten onurcan bilir nasıl olduğumu :) kilolu bildiğin halk tabiri ile ayı gibi biriydim. Çocuklar bi afalladı ben çarpınca tabi başladılar küfür etmeye.

Ben hatalıyım bir şey de diyemiyorum kusura bakmayın gençler falan demeye çalışıyorum ama bi yandan da lisede epey bi baskın olan asabi tarafım bana o çocuklarla yapabileceğim daha vahşi spor çeşitlerini hatırlatıyor. Ben bir iki dakika devam ettim kusura bakmayın gençler dalmışım falan diye ama hala yüzlerinden bana içten içten küfür ettikleri belli. Tam ortalık sakinleşti ben gidiyorum başladım tekrar koşmaya anneciğimin seçtiği meslekle ilgili bir yorum geldi. Benim bu anormalliklerden oluşmuş beynimde kırmızı ışklar yanmaya başladı. Sanırım hep alttan almış olmamdan ve o yaşlarda ergenlikten kaynaklanan gazla söylenmiş olan bu söze aldırış etmeden yola devam etmeye çalıştım. Ben bi on beş yirmi saniye koştum. Anlatmassam olmaz ben epey sakinimdir aslında herşeye kızmam içime atıp önemli değil derim hümanist tarafım bastırır şiddet yanlısı olan tarafımı ama belli bir düzeye gelince bendeki öfke yanardağ gibi patlar(farklı yerlere çekmeyin lütfen). Konuya dönelim, en sonunda dayanamadım döndüm geriye. Tamam anlarım olay anında olan sinirini, o yaşta normaldir bende aynı bokları yedim gereksiz yere kavga çıkardım sırf canım sıkıldı diye ama olay sakileşmişken niye hala zorluyosun durumu be kardeşceğizim diyen asabi tarafıma kulak verdim.

Piramit cafe adlı cafemize oturmuş yüz ifadelerinden benim tırsıp kaçtığımı düşünüp sinirli gibi gözükmeye çalışan ama epey bi gururlu oldukları anlaşılan bu iki benden daha genç arkadaşın masasına oturup onlara neden olayı alttan aldığımı, ağızlarından çıkan sözlere neden sözle yada beden dili ile kaba bir şekilde karşılık vermediğimi anlattım. Daha sonra ise arkam dönükken annemi, seçmiş olduğu hemşirelik mesleğinden çok farklı olan bir meslekle ilişgilendiren yorumlarına epey bi kafamın bozulduğunu, benden özür dilemezlerse cafenin ortasında daha sonradan ikisininde bir kaç hafta koltuk deynekleri ile gezmesine yol açıcak olan olaylar zincirine yol açıcak bir durumun oluşucağını bildirdim kendilerine.Bunları söylerken sakin bir şekilde söylememden olucak ki sanırım benim ruh hastası falan olduğumu zannettiklerinden benden hemen özür dilemeye karar verip bana sadece olayın sıcaklığı içerisinde gerçekleşen malum hadisenin kendi suçları olduğu söylediler. Teşekkür ettim kalktım.

Özgür bir kuş gibi devam ettim koşuma. Sakin mutlu ve yorgun bir şekilde eve dönüp duşumu aldım ve halada süren uzanma saffını yaşıyorum. Tabi Fight Club'taki gibi eve dönüp kendim gibi ruh hastası olan, anlayamadığım bir şekilde bana her filmiyle, her haliyle, o kendine özgü saçıyla çok çekici gelen Helena Bonham Carter'la (ahanda imdb sayfası bilmeyen bakabilsin ama değil mi) vahşi bir şekilde sevişsem mükemmel olacağına inandığım günümü bu fantezimi yaşayamayıp hala işin inceliğini kaybetmemiş olduğum hazzı ile yetinerek geçiriyorum.

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Yıkılan Hayaller

Bugün Lisenin başlarında sahip olduğum masaüstü bilgisayarımı kaldırırken biraz takıldım neler yapmışım, hangi oyunlar yüklüymüş falan diye merak ettim. Bilgisayarda tur atarken gizlenmiş bir dosya ile karşılaştım. Başlığı DENO'ydu. Bu arada söylemeden geçmiyim deno bana kuzenim tarafından takılan lakaptır ve anne tarafında ismimle hitap eden yok bana bu yüzden, dokuz yaşımdan beri ismim deno larak kaldı onların gözünde. Neyse konuya dönelim... tabi ben gizli dosyayı görünce ilk aklıma hepinizin düşündüğü şey olan porno geldi. Silicektim ki onun benim bilgisayarda tuttuğum günlük olduğu aklıma geldi ve açtım. Okumaya başladıkça içim bi hoş oldu. Ne kadar umutla doluymuşum, herşeyin güzel olucağını hayatın tozpembe olduğunu zannediyormuşum. Kendime olan güvenim tam, Türkiyenin kaderini değiştirecek biri olarak görüyomuşum o dönemler kendimi demek ki. En son yazım Lisenin başladığı günden 1 gün önce. Merak ettim neden yazmayı bıraktığımı sonra hatırladım biraz duysallaştım o günü hatırlayınca tabi. Biraz ağladım biraz yas tuttum. Paylaşmak istedim sizle sonra neden o zamanlar yazmayı bıraktığımı. Bu günlüğümdeki son yazım...

Yarın liseye başlıyorum. Epey heycanlıyım diyebilrim. Bazılarını dershaneden tanıyorum ama daha tanışmadığım bir sürü insan var. En azından içlerinden biriyle doğru düzgün anlaşırım sanırım. Eski arkadaşlarım biraz garipti. Abim her zamanki gibi tavsiyelerinden geri kalmadı saolsun. Nese konya döniyim ben. Okula gidince ilk işim bir komünistle tanışmak olucak. Onunla oturup tarrtışırız falan. Bütün yaz lisedebir grup kurup türkiye politikalarını tartısıp degerlendirecegimiz bir grup kurmak istedim o kadar zor olmaz herhalde. Babamla falan konuşmam lazım bize yardımcı olur mu diye dergi falan çıkartırsak. Para önemli grubun toplanacağı yeri okuldaki bi sınıf yapsak bile dergi için falan para lazım olucak. Belki Hüseyin dayım dibi manşetlere çıkarız gastelerde ilerde. Babam eve gelince oturup konuşmam lazı ona biraz nazlanırsam hayır demez.
         
Yoldaş Deno


İşte son yazım buydu. Yazıyı bitirince epey güldüm. Harbiden de komikmişim. Yoldaş Deno ne yav :) Tabi sonra lise hayatımla karşılaştırınca olayları hüzünlendim biraz. O akşam babam eve gelince gittim yanına hemen tabi babama işim düştüğü için ne kadar usluyum anlatamam. Bir şekerlik bir ah ye benim bu tombiş yanaklarımcılık bi iyi çocukluk falan yapıyorum babama. En sonunda girdim konuya anlattım biraz ben arkadaşlarımla bir gençlik grubu toplasam ferken babam susturdu beni kendi hikayesini anlattı.

İlk Marxsizimle Leninizmle vs gibi düşüncelerle nasıl tanıştığını lisedeki ve üniversitedeki arkadaş grubundan
bahsetti. O bahsettikçe benim heyecanım daha da arttı. O zaman anlamadım ama şimdi anlıyorum ben heycanlaştıkça o hüzünlendi. 12 Eylül olaylarının bazıları hüzünlü bazıları komik bazıları da gerçekten benim gibi düşünen bir çocuk için Kral Arthur ve şavalyelerini bile geçicek kahramanlıklarla doluydu. Sonra darbeyi anlattı. Arkadaşlarının ve kendisinin nasıl tutuklandığını. Sonra cezaevini anlattı.

Babamı yaklaşık üç ay cezaevinde tutmuşlar. Filistin askısı, vücuda verilen elektrik, hergün bayılana kadar atılan dayak, neredeyse herzaman gözlerinin üzerinin bağlanması, gecerli buz gibi suyla aniden uyandırılıp işkenceye götürülmesi, birlikte oturup tartıştığı birlikte kavga ettiği arkadaşlarının gece uyutmayan çığlıkları, o zamanlarda yeni evlendiği anneminde işkenceye alındığı tarzda ailesini içeren yalanlar gibi mağruz kaldığı fiziksel ve psikolojik işkenceyi anlattı bana. Sonra bana hapisten çıktığında annem dışında neredeyse kimsenin yanında olmadığından bahsetti. Refahları ve hakları için mücadele ettiği insanların darbe yüzünden çektiklerini onun ve arkadaşlarının suçu olduğunu söylediklerinden bahsetti. Kalkıp beni düşüncelerimle yanlız bırakmadan önceyse bana çerçevellettiği Şeyh Edeb-Ali'nin Osman Bey'e olan nasihatını okumam için önüme koydu.

Oğul insanlar vardır şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler.
Avun oğlum avun. Güçlüsün, kuvvetlisin, akıllısın, kelamlısın,
ama bunları nerede, nasıl kullanacağını bilemezsen sabah
rüzgarında savrulur gidersin...
Öfken ve nefsin bir olup aklını yener. Daima sabırlı, sebatlı ve
iradene sahip olasın. Dünya senin gözlerinin gördüğü gibi büyük
değildir. Bütün fethedilmemiş gizemler, bilinmeyenler,
görülmeyenler ancak senin fazilet erdemlerinle gün ışığına
çıkacaktır. Ananı, atanı say, bereket büyüklerle beraberdir.
Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere
dönersin. Açık sözlü ol, her sözü üstüne alma. Gördün söyleme,
bildin bilme.

Sevildiğin yere sık gidip gelme, kalkar muhabbetin itibar olmaz.

Üç kişiye acı:
Cahiller arasındaki alime,
Zenginken fakir düşene,
Hatırlı iken itibarını kaybedene.

Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.
Haklı olduğunda mücadeleden korkma.

Bilesin ki atın iyisine DORU,
Yiğidin iyisine DELİ derler.

Bana sen benim gibi DELİ olma dedi ve kalktı. Epey ağlamıştım. Babam için ağladım. İşkencelerde ölenler için ağladım. Hayelleri yıkılanlar için ağladım. Sanırım en çok kendi yıkılan hayallerime ağladım. Çünkü babamın anlattıkları beni o kadar korkutmuştu ki o kadar etkilemiştik ve o kadar sinirlenmiştirdi ki aklımdan geçenler ''Neden bana ilk zorlukta sırtını dönecekler için bu çileyi çekiyimki'' bunları düşündüğüm için kendime de kızdım ama sanırım içimdeki korku ve öfke onbeş yaşındaki halimi esir almış olucak ki babamında dediği gibi DELİ olmamaya karar verdim. Düşündüm ama düşündüğümü kendime sakladım. Üzüldüm ama üzüldüğümü kimseye belli etmedim.Kızdım haksızlıklar olunca ama sustum karışmadım. Bir yandan böyle davrandığım için içimiçimi yedi bir yandan da benim karşılığında hiçbirşey beklemediğim yardımlarıma nefret ve suçlayıcılıkla yaklaşıcak bu insanlaraın hakettiği cezayı aldığını düşündüm. Artık ne eskisi gibi içim içimi yiyor nede eskisi kadar öfke doluyum. Hala kızıyorum birileri öğrencileri suçlıyınca, hala sinirleniyorum birileri beni Allah'sızlıkla suçlıyınca ama eskisi gibi değil. Artık herkese için değil, yardımımı kabul edenler için çabalıyorum. Sanırım artık kimlerin yardımımı hak ettiğine doğru kararlar verebiliyorum.

22 Ağustos 2010 Pazar

Yanlız Kalmasa

Ailem tarafından hümanist bir şekilde yetiştirildim. İnsanı önde tutmayı öğrendim küçük yaştan beri. Allah'a inanıyorum hatta bi ara dinlere sardığım merak yüzünden kur-an incil ve tevrat'ı sırayla okudum. İnsanlık tarihine, okumayı öğrendiğim beş yaşımdan beri ilgim vardır. Araştırdım, aradım, taradım ama insanların neden bir birlerine inanç yada milliyet gibi doğuştan edinilmiş, kendi tasarufunda olmayan farklılıklardan dolayı zulmettiğini anlamadım, anlayamadım

Basit bir örnekle başlıyım; Neden her vatandaşın kimliğinde türk yazıyor. Çoğunun türklükle yakından uzaktan alakası bile yok. Acaba biri çıkıp meclisin önünde bağırsa, ulan meclis neden annesi arap.. babası gürcü olan benim nüfuz cuzdanımda baş harfi artık nasıl bir eziklikle büyük harfle yazılacağı belirlenmiş olan türk yazıyo. Hadi lan meclis cevap ver dese. Ne mi olur? Çok basit hapse atılır. Niye bir gerçeği ortaya koyduğu için mi? Olmadığı birisi gibi davranmadığı için mi?

Devam etse, deseki peki lan meclis, neden yüz yıl önce olan ermeni-türk çatışmaları yüzünden biz ermenilerden onlarda bizden nefret ediyo diye sorsa? Dese ki daha dedelerimizin bile doğmadığı zamanlardan kalan kinler neden hala peşimizi bırakmıyo lan meclis.Durmasa devam etse, ölenler ölmüş... kimisine Allah rahmet eylesin, kimisinin günahlarını İsa peygamber bağışlasın, yazık olmuş onlara yapılan işkencelere ama neden unutmuyosunuzda Hrant Dink'inde dediği gibi kanlarında bir zerih gibi akan bu kine iki tarafta izin veriyor. Sanırım bir onbeş yirmi sene daha yedi.

Ama farz edelim ki daha yetmedi ve devam etti. Dese ki ulan meclis neden pkk terör örgütüdür diye götümüzü yırttığımız zamanlarda inek kurban eder gibi insan kesen çeçenlere yardım ettiniz. Her zaman ki gibi yetinemese ve devam etse. Dese ki zamanında pkkya karşı desteklediğiniz dinci gruplara yardım edip kurdurttuğunuz hizbullah neden sonradan gidip mezbaadaki hayvanları stoklar gibi ceset stokladı karargahlarının altına. Daha durmasa dese ki neden ulan kürtü türkü geçmişte yaşanmış, iyi bir politika ile düzeltilebilecek problemler için hala savaşıyo. neden lan hala doğuda düzen sağlıyamadınız, rahatça dolaşamadığımız güzelliklerini göremediğimiz  o dağlarda o bayrağın ne işi var lan dese. Sanırım mühebbet yedi şuan ama duramadı malesef idamda kararlıdı

Dese ki ulan insan denen canlı, bir topluma, bir gruba katılmayı o kadar çok mu istiyorsunda, bu kadar büyük hataları görmezden geliyorsun. Bu kadar mı korkuyorsun yanlızlıktan da yanlız kalmaktansa yanlız bırakmayı göze alıyorsun. Durmasa devam etse. Dese ki bir renk, bir din, bir millet, bir görüş farkınız var diye niye savaştınız lan dese. Niye hala savaşıyoruz lan dese.

Keşke yanında onunla birlikte bağıran bir kişi daha olsa... yanlız olmasa... ama yanlız kalmamak için de yanlız bırakmak zounda kalmasa.

Empati

Küçüklükten beri empati yeteneği fazladan gelişmiş biri olarak bunun acısını çektim. Evet empati bazı zamanlar işinize yarayan bir özellik olsada o kadar can sıkar ki bunu tam anlamıyla kelimelere dökmek neredeyse imkansız.Empati sizin gerçek hayatla olan bağlantınızı kopartmazını istetecek kadar can sıkıcı kalleş bir özelliktir. Benim gay olarak algılanmamdan bir istisna hariç hep terkedilen olamama kadar her bi bokun suçlusu şu empati götü


Tam hatırlamıyorum ama sanırım 5 yada 6 yaşındaydım televizyonda antartikada yaşayan fokları anlatan bir belgesel vardı. Onu izlerken bu empati denen kalleşin ilk darbesini yedim. Meğerse foklar birden fazla yavru doğurduklarında sonra doğan yavru dışlıyıp beslemezlermiş. O yavru fokun annesinin yanına gidip annesi tarafından saldırıya uğrayışı canımı o kadar yakmıştı ki bir kaç saat ağlamıştım. Tabi belli bir süre sonra beni teselli etmeye çalışan annemin bile canı sıkıldı ve ''Ben ölsem bu kadar ağlamazsın, yeter'' dedi kadıncağız. Benim çevredeki normallerden gördüğüm o yaştaki çocuklar götünü kaşıyıp çekirge yakalamaya falan çalışırdı. İlla anormallik olucak ya aralarına girip yazık hayvanlara diye durdurmaya çalışırdım. Başardığımındaysa onları eve götürüp marulla falan beslemeye çalışırdım. Beni kırmak istemedikinden midir nedir bizimkkilerde yüzlerindeki bu çocuk angut ifadelerini silip aferin sana derdi. Lan niye alttan alıosun vur zopayı siktirlan evi ormana çevirdin de yolla. Bak ne oldu ahandan şimdiki gariplik çıktı ortaya. Sanırım en son hayvanlarla ilgili olan garipliğimse oniki yaşımda eve yavru bir sokak kedisi getirdikten sonra evi pire basması oldu. Ondan sonra ne hayvan ne bi bok. Tabi bendeki gariplik mik gibi ortalıkta kalmaya dayanamadı. Empati sayesinde kendimi ayrı bir oluşum saymamı sağlıyan bir varlık farketti.... Kızlar 


En çok bocaladığım alan ise kızlar olmuştu. İlkokulda kızlarla erkekler arasında fizyolojik farkları anladıkça bendeki devreler harbi harbi yanmaya başladı. Zamane bücürleri olan sınıf arkadaşlarımın karambole alma diye tabir ettiği kızları sıkıştırıp elleme mıcıkla sürtme gibi değişik sapık ve yoldan çıkmış hareketleri bende hararet yapmaya başlamıştı. İlk gördüğümde üç farklı beyin bölümümün olduğunu anladım. Bir masum, sınıf ineği deno'nun çalıştığı bana hmph salaklar diye düşünmemi söyliyen o zamana kadar bir çok kez hararetin eşiğinden dönmüş küçük anormallik, iki her erkekte bilhassa ergenliğe yeni adım atmaya başlamış bir bücürde olan beynin epey bi güneyinde olduğu halde beynin yerini almaya çalışan penis olarak adlandırdığımız bölümde faliyet gösteren ve bana sen de gir karambole nasılmış merak ettim ... durmasana lan angut alooo diyen sapık deno, son olarak  kedi ve pire olaylarından bu yana kaybolduğunu sandığım bana kendimi kızın yerine koymamı sıkıştırılıp ellenmenin ne kadar kötü bir duygu olduğu düşündüren ve gay olduğuma dair şüphelere yol açan nalet empati. Lan o yaştaki çocuk bu kadar şey hisseder mi yapmam gereken git elle sonra arkadaşlarınla salak salak konuş kim daha fazla elledi diye... ama yok illa bi bok olucak ya benim işlerimde midem bulanmaya başladı hocaya koşup arkadaşlarımı ispitledim evet böyle bir salaklık yaptım. Sonra gerisi gelmedi tabi ''erkek adam değil misin lan'' ''arkadaş arkadaşı ispitler mi olum'' ve yeni küfür etmeyi öğrenenlerin '' sikicem yeaa'' diye cırtlayan çocuksu sesleri. Sonradan tabi kalabalığa karışmayı öğrendim ama epey bunaltıcı oldu benim için


İşte herşeyin koptuğu zaman lise yıllarım. Tam anlamıyla olan ilk kız arkadaş deneyimim. İlk öpüşme, ilk kez bir kıza gerçek anlamda dokunmak, ve en sonunda okul bittikten üç dört saat sonra okula gelirken kafamda geçen tek düşünce olan ''Ben bir kızla yattım''. Tabi o kanlı pençelerini bana küçük yaşta geçirmiş olan empati denen kalleşten hala kurtulamamıştım. Normal bir çocuğun yaşaması gerekenleride yaşayamadım. İlkokulun sonlarında başladığım taklit olayı burda da devam etti tabi erkek ortamında hergün dönen  yüzüne gülüp selam verdiğim bazen dertleşip, bazen taşak muhabbeti yaptığım kızlar hakkında geçen '' olum bu ne düdüklenir lan '' yada '' bu kız kesin verio bize neye vermezler anlamam'' veya ''buna bi çaksam zevkten dört köşe olurum'' gibi bana normalde epey mantıklı gelmesi gereken ahtta buları konulurken elimin sikimde olması gereken zamanlar beni bırakmayan kene gibi yapışan empati naleti burda da bırakmadı eeee bende kendimi hergün bizimle gülüp oynayan muhabbet eden kızların bunları duysa neler hissedeceiğini düşünüp bazılarını kafamda engel olamadan canlandırdığım yıllar yaşadım. Bari evde kendim olıyım dedim yok arkadaş onada mı izin yok. Okulda erkek grubu evde .. Abim ve Babam

Bu ikili neredeyse aynı tiptirler. Abim lisede ve üniversitede kızlarının bekaretlerini kaybetmetlerinin alkolden sonraki en büyük nedenidir. Tabi benden de böyle bir şeyler beklediğini düşünüyorum ki altıncı ve yedinci sınıftan sonra bana bir kadını nasıl tatmin edileceği konusunu ateşli bir şekilde anlatmaya başladı, kendi anılarından bukleler koparıp önüme sürdü. Ben buları dinlerken bir yandan not almak bir yandan da abime güvenip onula yatan bu kızların şu an ne kafalarını taşlara vurduğunu düşündüm ve sizi temin ederim o yaşta abinizle yatan bir kızın neler hissedeceğini kafaya takmak size kusmak isteği ve '' Senin Allah belanı versin beni bu durumlara da mı düşürecektin'' diye barğıran hala beynin yerini almaya çalışan ama bu empati boku yüzünden alamamış penis bu gencin zaten birçok kez hararet tehlikesi geçiren beyninde kırmızı ışıkları yanmasına sebep oldu. Tabi ben bu şekilde abimle bocalarken devreye lisenin ikinci senisinde hala skor yapıp yapamadığımı öğrenmeye çalışan yapamadıysam artık yaşadığı bünyenin normal olmadığını kabullenen penisime yardım etmek isteyen babam girdi. Babam ailemizde ve yakın çevremde ismini bilmesede  ilk threesome yapan kişidir (hayatımı yediniz lan !). Babamı anlatmak için babamın hala aklımdan çıkmayan şu sözleri yeter sanırım '' bir kadın beni tahrik etsin onu havada olsa bile zıplar sikerim sonra yere iner hiçbir şey olmamış gibi yoluma devam ederim''. Tabi ben biraz kendimi anlatınca benim ben kendimi kızın yerine koyuyorum cümlemde babamla abim sanırım kalp krizi geçirme tehlikesi yaşadı ve benim bazen hala önüme sunulan gaylik olayım başladı. Yaw ne kadar anlatmaya çalıştım yanlış anladınız diye ama olmadı. Sanırım tepkilerinden korktuğum için böyle konustuğumu düşündüler hatta benim öz annem dikkatinizi çekiyorum öz annem gayliğin sadece erkek yada kadınların psikilojik sorunlar yaşadıkları için seçtikleri bir yaşam tarzı olduğunu bir sorunum olduğunda ona anlatmamı ne yaparsam yapayım beni sevdiğini söyledi. Hayatımda bu kadar utandığımı hatırlamıyorum lan götümü yırttım, yok olmadı çabaladım, kendimi harcadım gay olmadığımı kanıtlamak için ama yok. Evet bu zamana kadar bir çok kez hararet tehlikesi geçiren beynim en sonunda işlemez hale geldi ve format atmak zorunda kaldım. Yeni beynim bana ''umursama yeter a.q yerinde sıkıldım lan yaşıtlarım gibi her gördüğüm kıza atlama isteği yok diye bu ne zulum arkadaş sallama a.q ya'' diye lakaytça bir tavsiyede bulundu ve ben de uydum.


En sonunda lise 3 de çıktığım bir kızla yattığımda eve  dönerken aklımdan geçenler basitti ama o yaşta benden umudu kesmiş olan, o an dünyanın en mutlu organı olan penisime zem-zem suyu gibi geldi ve en mutlu anlarında şu sözleri tekrarladı '' Allahım sana bu anguta bile bir kızla yatma şansı verip beni bu dünyadan abazan götürmedin ya artık ölsemde gam yemem''. Allah'tan artık alıştım eskisi gibi ''ben niye garibim lan'' yada ''olum Deno sen harbi gaysin lan eline fırsat geçti yatmadın abin haklı olum'' demiyorum. Ne kadar can sıkıcı olsada alıştım bu kalleş empatiye. son 3 yıldır gururla söyleyebiliyorum gay değilim sadece fazla düşünüyorum.

21 Ağustos 2010 Cumartesi

Gerçeğim...

Ne kadar acımasız bir kelime... Ütopya. En büyük hayalerimizin, arzularımızın birer hayalden başka bir şey
olmadığını anlatıyor. Belkide gençliğimizi, masumiyetimizi, değerlerimizi yitiricez ona giden yolu ararken. Ne kadar acımasız bir kavram Ütopya en derin en gizli arzularımızın yattığı ama hiçbir zaman ulaşamadığımız, yaratamadığımız, sahip olamadığımız bir olgu. Hiç bir teselli yok hiç bir gereksiz sarfedilen nefes yok saf, acımasız, tek bir kelime... katıksız bir gerçek

Gerçeklerimiz bu kadar mı dayanılmaz da güzel yazılmış olsada bizimle hiçbir alakası olmayan bir kurgu yada gerçek olaylara dayalı bir film veya kitap başında vaktimizi harcıyoruz? Neden gerçek hayattan kaçmak için milyarlarca dolar,sayısız saatler harcıyoruz? Uykularımızda bizi esir alan kabuslar başaçıkılamaz olduğu için mi uykusuz geceleri yazarak okuyarak yada izliyerek  geçiriyoruz? biliyorum o nefret ettiğim felsefecilere dönüyorum ama okudukça düşünüyorum düşündükçe soruyorum ne yazıkki ne yaparsam yapayım cevapara ulaşamıyorum. yada ulaşmak istemiyorum.

Bu kadar mı korkağızda uykusuz geceler geçiriyoruz? bu kadar mı bencilizde durup savaşmak yerine kaçmayı tercih ediyoruz? Gerçeklerimiz kimimiz için savaş ve üstünlük. Kimmiz için barış ve eşitlik. Kimimiz içinse sadece bir insan, bize sorunlarımızı unutturucak ruhumuzu dinlendirebilecek olan sade bir insan. Bazen bu insan bir aşık, bazen bir arkadaş, bazen se sadece aynaya baktığımızda görmekten kaçındığımız, inkar ettiğimiz, kendimiz....

Tam önümüzde duranları neden kabul etmiyoruz ki? Evet ben pişmanım. Lise yıllarımda ailemden kaçtım,
kötü kararlar aldım, içtim, ot çektim. Evet ben aynı boku üniversitede de yemeye devam ettim. Evet ben saklandım, anormal olmaktan korktum, sevilmemekten korktum. Evet pişmanım sevilmemekten değil saklandığım için pişmanım. Evet ben aşık oldum. Bazen çıkıp bağırdım aşık olduğumu, bazen sessiz kaldım sustum. Evet reddedildim bazen. reddedilmekten değil susmaktan pişman oldum. Evet ben aşık oldum, meğerse gerçeklere değil hayallere aşık oldum ama aşık olamanın kendisinden değil yanlış kişiye olmaktan pişmanlık duydum. Evet hiç gözümü kırpmadan aynı boku yiyip yine aşık olucam.Çünkü gerçeğimden değil gerçeğimden kaçarsam neler olucağından korkuyorum...

Sevilmek İstemiyenler

Bu blogu açmaya karar vermemiştim hatta blog nasıl açılır, amacı nedir hiç bir fikrim bile yoktu. Sanırım bir çubukla karınca avlamaya çalışan bir şempanzenin bloglarla olan bilgisi ve ilgisine sahiptim. Onurcan'nın Kadın.. adlı yazsını okumayı bitirip yorumlara bakıyordum. İkinci yorum gözüme takıldı...
zamane filozoflarına hakaretler yağdıran, tutkulu bir şekilde erkek nefreti barından... tamam nefretin dışından bazı hakaretlerde vardı ama konu o değil, yazısını okurken bile o an hissettiği öfkeyi ve heyacanı sizede yaşatan birisine rastladım... voodoo.

Büyük bir ihtimalle merakım bana gecenin bu saatinde uğraşma kafana takılan bir şeyler görüceksin boş yere sinirleniceksin diyen tembel ve bi o kadarda mantıklı olan beynimi benim mouse tutan koluma dediklerinin ulaşmasına engel olduki kendimi gece gece canımı sıkan bir acı gerçekle karşı karşıya buldum...  

EĞER BENİ SEVSELERDİ BURAYA YAZACAK VAKTİM OLMAZDI.EĞER SENİ SEVSELERDİ BURAYI OKUYCAK VAKTİN OLMAZDI.

Size temin edebilirim ki bu hafta içinde okuduğum en can sıkıcı gerçeklerden biriydi. Tabi ki bunları sadece düşünmediğimden  emin olabilmek için bir daha okudum ve  gerçektende tembel ve bir o kadarda mantıklı olan beynimi dinlemediğim için pişmanlığım bir kat daha arttı.

Düşündüm... düşündüm bir yerlerde bu acı gerçekten kurtulmak için bir kaçamak aradım bir yalan aradım. Tabi ki bu arada bana bu acı gerçeği kabul edip 1 gün sonra unutmamı söyleyen artık tembelliği bırakmış bulunduğu uzuv olan başıma ağrılar sokmaya başlayan beynim bana engel olmaya devam ediyordu. Ailemi düşündüm eski kız arkadalarımı düşündüm arkadaşlarımı düşündüm. Acaba gerçekten sevilmedim mi diye ddüşündüm acaba gerçekten bütün gecemi bu kadar basit ama bir o kadarda anlamlı olan bir söz için harcamak acınası bir davranşmıydı.

Sonra Onurcan'nın başlığı aklıma geldi... Ben Sıradan Değilim. Malesef ben sıradan değilim. Malesef ben bu kadar basit bir şekile yazılmış ama bu basitliği sayesinde düşünen için acı vericek kadar acımasız bir güzelliği gördüğümde düşünmek isteyorum. Bundan da hoşlanıcak kadar da mazoşistim sanırım ama ben böyle bir mazoşistliği kollarım açık uzun süredir görmediğim bir aile ferdini karşılar gibi güler yüzle karşılıyorum ve karşılamak istiyorum. Sevilebilmek için kendimi değiştirmiyorum çünkü böyle bir sevgiyi istemiyorum çünkü ben farklıyım... çünkü ben bireyim... çünkü ben... benim. Başkası değil... ben doğruları acısa bile kabul eden ben... canımı yaksada o acımasız güzellikleri gördüğümde sevinen... onları düşünen... çözmeye çalışan ben... Sanırım kendi gerçeğimi buldum. Kendimden feda etmektense bana gösterilen sevgiyi feda edebilirim.

Sanırım ben sevilmek istemiyenlerdenim....

Bir Kaç Soru Bir Kaç Cevap

Bu anayasa silah zoru ile getirildi diyenler için bazı sorularım var...

Türkiyenin ilk anayasası silah zoru ile kabul olmadı mı M.Kemalin çıkıp bu cumhiriyet kabul edilecektir ama bazı kelleler de gidecektir diye konuştuğu bir ortamda hangi irade özgürlüğünden bahsediyorsunuz? Milli irade her zaman doğruyu göstermez biz 100 yıl önce monarşi yanlısı olan bir milletin torunlarıyız. Şu an bile halkın bazı kesimlerinin monarşi ve teokrasi yanlısı olduğu bir milletiz.

Bu anayasa milli anayasa diyorsunuz, demokratik bir anayasa diyorsunuz.dünyada ve türkiyedeki demokrasi anlayışı güçler ayrılığı esasına dayalıdır. Bu anayasa ise bazı bölümleri ile güçler birliğini destekler. Bazıları diyorki devleti hükümet yönetmez mi? O kişiler düşündü mü acaba bu anayasa ile gelecek kanunlar o hükümetlerin denetlenme olanaklarını kısıtladığını. Türkiyede hükümetin yasama gücünü anayasa mahkemesi denetler ama bu anayasa ile bunun kısıtlandığını biliyor muydunuz?

Tabi ki Yapılan darbeler Türkiye Cumhuriyetinin birer kara lekesidir tabi ki M.Kemalin devrimlerinin halk tarafından onaylanmaması halkımızın utanç kaynaklarından biridir ama bizim başlıca anlamamız gereken nokta ise eylemlerin nasıl ve ne koşullarda yapıldığı değil beraberinde getirdiği sonuçların halka olan yarar ve zararlarını objeltif bir şekilde tartışıp anlayabilmektir

12 Eylül Gençliğinin Çocukları







Dün bir arkadaşımla referanduma çıkıcak olan yeni anayasanın bize olucak etkilerini tartışmıştım. Sonra eski bir Dev Genç üyesi olan annemle tartıştım bu konuyu . Sanırım annemin ve babamın bana çocukluğumda anlattığı 78 kuşağı hikayeleri beni etkilemiş olucak ki 12 Eylül'ü yaşamayan bizlere olan etkisini üzerinde epey bi kafa yordum. Hatta bi ara baş ağrısından dolayı mola bile verdim. Toplarladıklarım ve olabildiğince objektif bir bakış açısı ile düşündüklerimi aktarmaya çalıştım...

82 anayasasını hazırlayanların amacı toplumu apolitikleştirmek ve bu sayede toplumda kendi çıkar ve istekleri yönünde bir siyaset anlayaşı oturtmaktı.Bunu yaparkende topluma huzur ve güven ortamı getireceklerini düşünmüşler ve.bunun için de bütün sivil toplum örgütlerini,siyasi dernekleri hatta gençlik ve öğrenci derneklerini kapatmışlardı.Bunun sonucu olarakta belli bir süre toplumda huzur ve güven ortamı oluşsada insanların sosyalleşme ve kendini ifade edebilme içgüdüsüne aykırı olduğu için onların düşündüğünün aksine bu huzur ve güven ortamı çatlaklar vermeye başladı.İnsanlar kendilerini ifade etme ihtiyacı ile düşünce belirttiklerinde yönetimdeki insanlar bunu oluşturmak istedikleri düzene bir tehdit olarak gördükleri için konuşan her insan yada grubu cezaevlerine tıkmaya başladılar.

Bunun sonucu olarak toplumun bazı kesimleri düşüncelerini legal yollardan açıklayamayacaklarını düşündükleri için illegalleşmeyi , bazısı bu ortamda kendine bir destek ve bir var olma amacı oluşturabilmek için dine sarılmayı, bazısı da her toplum ve dönemde olduğu gibi güç dengelerinin yanında yer almayı tercih etti.O zamanın iktidar sahipleri ve yasa oluşturucuları din olgusunu bir tehtit olarak görmeyip bu gruba hoşgörü ile yaklaştılar, apolilrikleşmeyi seçen grup zaten onların yaratmayı istedikleri gruptu, diğer grup ise onların yaratmaya çalıştığı ütopyaya bir tehtit olarak algılandı.Onların her dikta rejimi gibi kendi düşüncelerini dışında bilhassa karşısında bir fikir beyanına tahammül etmeleri mümkün değildi.Bu çerçevede sözlü yada yazılı düşünce beyan eden yada bu çerçevede düşünüldüğünden şüphelenilen herkez ütopyaları için birer tehtit ve düşman olarak görüldü.Bu tehtit ve düşman grubun toplumu kendi düşünceleri ile zehirlemelerini engellemek için cezaevlerine alınarak fiziksel ve psikolojik bir çok işkence yöntemleri ile baskı altına alınıp pasifize edilmeye çalışıldı.Günümüzde artık birer ütopya olan komünizm ve sosyalizmi savunan bu insanlar dünya halklarının kardeşliği ve refahı ideolojisini savunan kişilerken cezaevlerinde özellikle kökenlerine yönelik baskı, hakaret ve işkenceye maruz kaldıkları için etnik milliyetçiliğin düşmanı olan bu kişiler ezildiği ve aşağılandığını düşündükleri etnik kökenlerinin birer svunucusu haline geldi.

İdealist kişiler insanları etkileyip çevrelerine oplayabilecek ve bu sayede toplumun dinamiklerini değiştirebilecek yapıdadırlar.12 Eylül gibi toplumun baskı altına alındığı ve siyasetsizleştirildiği dönemler belirli akımların güçlenmesi, illegal yollardan bile olsa varlıklarını sürdürüp geliştirebildiği en uygun dönemlerdir.Normal sisyasi dönemlerde yanlış veya doğru düşüncelerini açıklayıp deşarj olabilen insanlar bu dönemlerde taşırlar ve görüldüğü gibide taşıdılar.Düşünceleri ve kökenlerinden dolayı baskı ve işkence altına alınan bu insanlar ailelerini ve yakın çevrelerini rahatlıkla yanlarına aldılar ve etnik köken ideolojisi ile büyüdüler.Onlar büyüyüp yayıldıkça baskı ve şiddetin dozu fazlalaştı, baskı ve şiddetin dozuna orantılı olarakta sempatizanları fazlalaştı.

Sonuç olarak halkın yararına, huzur ve refah ortamı yaratmayı düşünerek tasarlanan bir anayasa tam aksine toplumun etnik köken, din, ve politik açılardan bölünmesine yol açtı.Oluşan bu terör ortamı da ülke ekonomisini ve toplumun sosyal yapısını büyük zararlara uğrattı.12 eylül döneminde oluşturulan baskı ve şiddet ortamında şahit olan bir çok insanımız kendi çocuklarınında böyle bir baskı altına alınması endişesi ile onları tamamen apolitik, toplumsal olaylara duyarsız ve ekonominin dışındaki düşüncelere kapalı olarak yetişmelerine çabaladı.Toplum öyle bir hale geldiki bireyler kendi kişisel ve küçük çıkarları dışında toplumsal hiçbir olay ve dimakle ilgilenmemeye başladır oysaki unuttukları şey ise başkalarına yapılan haksızlıklara karşı mücadele etmek gelecekte kendilerine yapılabilecek bir haksızlığı önlemek için adılan ilk adımdır.Umut verici olan ise bu kadar engellemelere rağmen bizim neslimiz kendisi ve toplum için düşünmeye başlamış, başkası için var olmayan bir hakkın gelecekte kendisi içinde var olamayabileceğini anlamaya başlamasıdır.


Darbenin amacı toplumu apolitikleştirmekti, başlarda darbe amacına ulaşmış gibi görünsede zaman içinde insanın doğası gereği 68 ve 78 kuşağından çıkarılan derslerle toplum özellikle gençliğe zarar vermeden politika yapmayı öğrendi. Gençler söyleyecek sözü olabilmesi ve bu sözün dinlenebilmesi için birey olması ve üretmesi gerektiğini öğrendi. Şu an her ne kadar gençlik apolitik gibi görünsede büyük bir çoğunlumuzun kendine ait yanlış yada doğru bir düşüncesi var. BİZLER 12 EYLÜL GENÇLİĞİNİN ÇOCUKLARIYIZ.


Ben !?

Dün gece can sıkıntısından facebookta geziniyordum eğer birisi bana işlerin blog açmaya kadar varıcağı söylese onlara siktir ya ben... Deniz Can Aydın... öfke problemleri yaşayan... sevgilisi tarafından çağımızın en tembel ve üşengeç insanlarından biri olarak adlandırılıp terk edilen ben... bir çoğunun teselli etsede o nalet kıza katıldığı (hey ne yapabilirim kalbimi kırdı haklı olsada benim açımdan buradaki kötü karakter o)... zamanını kendinden daha az zeki gördüğü insanlarla bir şey paylaşmak yerine kitaplarla geçirmeyi tercih eden ben blog açıp neler düşünüp neler hissettiklerimi mi yazıcam? derdim ve yüzüne bakıp ona dünyanın en salak insanı gibi hissetmesi için en iyi sen dünyanın en salak insanısın bakışımı atardım. Sanırım aynaya geçip bu bakışı kendime atmam gerekiyor ama ne yapabilirim Yeni Zelandalı Edmund Hillary ve Nepalli Tenzing Norgay dan önce Everest'e tırmanmış olan egom buna müsade etmiyor.

Ne yapalım bir kere başladık ne kadar kendisinin dünyanın herhangi bir ülkesinde hükümet başkanılığı yapmasının o ülke ve vatandaşları için soykırımdan sonraki en kötü olay olacağını düşündüğüm Recep Tayyip Erdoğan'ın sözü aklıma geliyor ''Durmak yok yola devam''.